Göç ve Göçmenler
Avrupa ve Almanya’nın göç politikasına bakıldığında temel evrensel insan haklarından oldukça uzak görünmektedir.
İnsanların sahip oldukları din, kültür değerleri göç politikasının içinde yer almamaktadır.
Avrupa ülkeleri 15.yüzyıldan berli ilk önce sömürgecilik yaparak, işgal ettikleri ülkelerdeki insanları köleleştirdiler.
Daha sonra ise insan fıtratından uzak muameleye tabi tutarak, onları insanlık dışı zulme maruz bırakmışlardır.
Batının sömürgecilik tarihi insanlık adına utanç verici.
Amerikadan, Afrikaya kadar dünyanın farklı coğrafyasında insanlar batının doyumsuz ve aç gözlüğünün kurbanı olmuştur.
Koskoca Brezilya ülkesi,Portekiz gibi küçücük bir ülke tarafından işgal edilerek sömürgeleştirilmiştir.
İlk önce gittikleri ülkelerde kölelik sistemi kuran batılı ülkeler daha sonra işgal ettikleri ülkelerden köleler getirerek, bir göç hareketliliği başlatmışlardır.
Yüzyıllar boyunca süren göç hareketlerinin hiç birinde insan onur ve hasiyeti ve insan hakları yerine getirilmeyerek, insanların hakları ayaklar altına almıştır.
Bizim göç hikayemiz ise ikinci dünya savaşından sonra Avrupa’nın işgücü açığını kapatmak için yola çıkmayla birlikte başlamıştır.
Almanya ve Avrupa’nın göç politikalarına baktığımızda insani boyut hep arka planda kalmıştır ve maalesef bugün de aynı politika geçerlidir.
Hani Almanların bir sözü vardır ya "Biz işçi istedik, onlar insan gönderdi" evet bizi insan yerine koymaktan sakınınan bir yapıyla karşı karşıyayız.
60 yılı geride bıraktığımız halde göçmenlere yaklaşımları insani olmaktan çok uzak ve sadece işgücü çerçevesinde bize bakılıyor.
Avrupa ülkelerinin göç politikalarının ana iskeletini güvenlik ve polisiye uygulamaları oluşturmaktadır.
Bizlere bakışı ve yaklaşımları sadece çalıştırmak daha çok ekonomik kazanç sağlamak ve güvenlik için tehdit algısı ile kontrol etmek.
Göçmenlere yaklaşımlarına baktığımızda din, vatandaşlık. sosyal adalet, insan hakları, uyum, refahtan pay gibi temel haklardan istifade ettirmemek için çok dolaylı ve dolambaçlı yollarla engelemeye çalışıyorlar.
Göç alan şehirlere baktığımızda, şehrin en geri kalmış yerlerine yerleştiriliyorlar göçmenler çünkü sadece o yerlerden konut ve ev kiraya veriliyor.
Kasıtlı bir politikamı yoksa basiretsizlik mi bilmiyorum fakat böyle bir politika göçmenleri hedef tahtası olarak görülmesine yol açıyor.
Göçmenlerin yaşadığı kenar mahalleler pislikten geçilmez halde ve belediyeler maalesef buraları unutmuş durumdalar.
Göç politikası polisiye ve güvenlik önlemleri ile çözülemez.
Her geçen gün iş gücü açığı artmaktadır ve Almanya sürekli göç alan bir ülke haline gelmiştir.
Göçmenlere yönelik politika acilen revize edilmelidir.
Gelecekte sosyal patlamalara yol açmadan göç politikası hayata geçirilmelidir ve ırkçılık ilede ile ancak böyle mücadele edilebilir.
Avrupa’nın göç politikasına bakıldığında görülen ise “zengin devletleri, fakir göçmenlerden koruyan bir araç haline gelmesidir”.
Ayrımcılık ve ırkçılık batının doğasında bulunmaktadır özellikle kriz anlarında ortaya çok rahat çıkmaktadır.
Almanya’nın kendisini uzun süre göç ülkesi olarak kabul etmemesi ayrımcılığı ve ırkçılığı tetiklemiştir.
Bugün siyasi arenada görülen ırkçılık bunun meyveleridir.
Hakikat olan bir şey varsa Almanya’nın göç politikasının uygulanması ve hayata geçirelememesi İslam ve müslümanlardır, çünkü müslümanları bir türlü eşit şekilde kendileri ile aynı statüde görmüyorlar.
Avrupa’daki göçmenlere baktığımızda bilhassa Türkler çok iyi örgütlenmişler fakat bu örgütlü yapıyı, harekete geçirmek ve göçmenlerin haklarını savunmaktan çok uzaklar.
Türk kuruluşları hayatın gerçeğinden uzaklaşarak, kendi içlerine kapanmışlar, dindaşlarının ve soydaşlarının sorunlarına sahip çıkamamaktadırlar.
Müslümanları ve Türkleri temsil ettiklerini söyleyen kuruluşlar kendilerini dar bir alana hapsederek hizmet alanlarını daraltmışlardır yani kendilerini kilitlemişlerdir.
Din ve dini çerçevenin dışına bir türlü çıkamıyorlar.
Dünyanın ve toplumun değiştiğini insanların taleplerinin ve ihtiyaçlarının farklılaştığının farkında değiller.
Ve insanlar her geçen gün bu kuruluşlardan uzaklaşmakta ve dini alanda yapılan hizmetlere ilgi duymamaktadırlar.
Son yıllarda İslami kuruluşlarla ile halkın arasındaki ilişkiler kopma noktasına gelmiştir.
Acilen yeni bir strateji belirlemek gerekmektedir yoksa dini alan boşluk bırakmaya gelmez.
Bir tarafta merdiven altı cemaatler diğer tarafta ehliyetsiz ve liyakatsiz insanlar ve bu insanlar kendi dini amaçları için kullanıyorlar.
Son olarak Avrupa’ya gelen göçmenlerin büyük bir çoğunluğu İslam ülkelerinden gelen müslümanlar ve onlara en yakın olan göçmenler olarak Türkler, ne yazıkki Türk kuruluşlarının ciddi manada onlarla herhangi bir iletişim ve diyalogları yok.
Böyle bir dağınıklık içersinde ne göçmenler haklarını ve nede kimliklerini koruyabilirler?
Hami Ramazan Özdemir