AK PARTİ'nin İkinci Parti Olmasını Nasıl Değerlendirmeliyiz?
Türkiye'nin siyasi sahnesinde büyük bir değişiklik yaşandı. Geçtiğimiz seçimlerde, yıllarca iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK PARTİ) ikinci parti olarak geride kaldı. Seçim sonuçlarının ardından 5 gün geride bırakılırken, AK PARTİ çevreleri bu sonucun geçici bir durum olduğunu ve partinin kısa sürede yeniden birinci parti konumuna yükseleceğini savunuyor. Ancak, benim bakış açım biraz farklı.
Bir kere, Türk halkı ekonomik koşullardan son derece etkileniyor. Örneğin et, peynir, domates gibi temel gıda maddelerinin fiyatları veya kira ve emlak piyasası halkın alım gücünün ciddi bir göstergesi. Eğer bu temel ihtiyaçların maliyeti makul seviyelere çekilebilir, asgari ücret ve emekli maaşları insanca yaşamayı mümkün kılacak şekilde artırılabilirse, AKP'nin iddialarına biraz daha inançla yaklaşılabilir.
Fakat ekonominin dinamikleri sadece finansal göstergelerle sınırlı değil. Ekonomi tasarruf, yatırım, üretim, tüketim, satış ve finans aşamalarından ibarettir ve bu zincirin tüm halkalarının güçlü olması gerekmektedir. Tasarruf olmaksızın yatırım, yatırım olmaksızın üretim, üretim olmadan satış ve tüketim gerçekleşmez. Tüm bunlar düşünüldüğünde, faiz oranları gibi kısa vadeli göstergeler ekonominin sağlığı hakkında eksik bilgi vermektedir.
Türkiye'nin ödemek zorunda olduğu dış borçlar konusundaki gerçekler de göz ardı edilemez. Borçların ana para ve faizinin ödenmesi gerekiyor ve bu da döviz gerektiriyor. Döviz, ihracatla elde edilmeli ve ihracatı destekleyecek altyapı işler hale getirilmelidir. Eğitimden, ulaşıma, teknoloji üretiminden, yerel ürünlere kadar birçok alanda yapılması gereken reformlar var.
Demokratik haklar ve özgürlükler meselesi de ön plandadır. İfadelerin serbestçe kullanılabildiği, kadın ve çocuk haklarının gözetildiği, çevrenin korunduğu ve Atatürk'ün ilke ve devrimlerinin saygı gördüğü bir Türkiye, sadece iktidar partisinin değil, muhalefetin de sorumluluğundadır. İktidardan bağımsız bir şekilde, muhalif bir anlayışın bu değişimi sağlayabileceği yönünde bir kanı bulunmaktadır.
Sonuç olarak, ekonomik istikrar, toplumsal refah ve demokratik haklar bakımından ciddi iyileştirmeler yapılabilmesi halinde, siyasi yelpazedeki yer değiştirmeler daha sağlam temellere oturtulabilir. Bu gelişmeler, iktidarın politikaları kadar, muhalefetin ve toplumun bütün kesimlerinin ortak çabalarıyla mümkün olacaktır. Sevgili okurlarım, tüm bu düşüncelerimin ışığında daha parlak bir geleceğe doğru ilerleyebiliriz
. Hoşça kalın.
Nurettin Arıbaş